17 Şubat 2023 Cuma

bir oda tiyatrosu

öylece oturuyor saatlerdir. koltuğun öbür ucunda, bir tek elimi uzatsam dokunacağım; oysa burada değil, hiç değil, o yine kaşlarını çatmış, boynu birkaç inçlik ekrana bakmaktan eğri büğrü, benim varlığımı sezmekten aciz bir keyfiyet… dönmüş içine. cüssesiyle salonda yer kaplıyorsa da tüm duyuları yalnızca kendini dinliyor tam şu an, dedim ya, burada değil, hiç değil. olsa hissederdim tenimde. elini elimde. elini yüzümde, belimde, göğsümde, kolumda, bacağımda, her uzvumda. burada olsa, tümüyle, yalnızca bedeniyle değil ruhuyla ve zihniyle ve kalbiyle burada olsa, bana dokunmadan duramazdı.

nefesi benim onun. kalbinin atışı benim.

yahut bendim. bir zamanlar. üç saat önce misal. ha, yine olacağım elbet; elbet dönecek buraya, özür dileyecek – ki bu tekrar gitmeyeceği anlamına asla gelmedi, gelmeyecek. fakat ne olursa olsun, nereye giderse gitsin.

nefesi benim. kalbinin atışı benim onun. taptığı tanrı benim.

uzundur onu izlediğimi fark ediyorum. saçının alnına düşüşünü, içine çektiği havayla göğsünün yükselmesini, ardından inmesini, belirsiz aralıklarla sayıklamasını, söylenmesini; yazılmış en iyi kitapmış gibi okuduğumu, çekilmiş en iyi filmmiş gibi seyrettiğimi ansıyorum. birden sinirleniyorum kendime. ve ona.

yanımdaki, üstü su lekesi dolu sehpadan bir sigara alıp yakıyorum. sinirim geçmiyor.

“ne bu yine?” diyorum sessizliği bozarak. sesim, daha bir saat evvel boşalttığım küllükteki bir, iki, üç, dört sigaradan ve uzun süreli suskunluktan olsa gerek; cızırtılı ve kaba çıkıyor.

yavaşça kafasını kaldırıp boş bakışlarını benim olduğum tarafa yöneltiyor. “ne?”

“aynı oyunu mu oynayacağız?”

“ne oyunu?”

“bilmiyorsun sanki.”

“neyi bilmiyorum?”

“soru sorma artık!”

bağırınca sesim açılıyor. sigaradan bir nefes daha alıyorum. “burada değilmişim gibi davranıyorsun kaç saattir.” ağzımdan çıkan bu cümleyle, istemsiz bir yumuşama sarıyor bedenimi. her daim olduğu gibi. bir anlık yükseliş, bir anlık düşüş. bir anlık sinir, bir anlık aşk. bir anlık muhtaçlık; onun ilgisine, sevgisine, onayına, hayran bir bakışına muhtaç olduğumu hatırlatan. onun kırılganlığını, benim boşluğumu yüzüme çarpıyor son birkaç saniye.

“haber okuyorum.” diyor dediğimi duymamışçasına ve lanetli yurdumuzun en güncel lanetlerini saymaya başlıyor. seksen bir ilin her birini sayıyor sanki. dört köşe, yedi bölge bir ülke. şu köşe yaz köşesi, şu köşe kış köşesi, ortadaki koca bir çaresizlik. felaketler dilimize tekerleme olmuş.

bilmem kaçıncı haberde sözünü kesiyorum. “umrumda değil artık.”

sussun diye yalan söylüyorum. geriliyor. bana bakışında bir yargılama, bir ıraksama görüyorum. “bizi de etkiliyor.” diyor düz bir sesle. o kadar çok haber okumuş ki, bir ulusal kanal spikeriyle konuştuğumu hissediyorum. biraz da hüzün var tonunda, hayal kırıklığı ve sinir.

“beni değil.”

“farklı ülkede mi yaşıyorsun?”

“bıktım.”

“kalmayı sen istedin.”

susuyorum. söylediklerimi değil, düşündüklerimi anlaması gerek. yalanlarımın ardını görmesi. kalmayı ben istedim elbet; doğduğum, aşık olduğum, nefret ettiğim, boğulduğum şehre yerleşmeyi ben istedim. her an yerle bir olabilecek bu şehrin insanı olmayı seçmemiştim, yalnızca olmuştum. terk edememeyi; ailemi, çocukluğumu, ergenliğimi, yazılarımı terk edememeyi ben seçmemiştim. ben, kendimi, kalmaya itmiştim öylece. bunlar farkında olduğum gerçeklerdi.

onun farkında olduğu gerçekler de yıllardır gözünün önündeydi. tüm yalanlarımın sakladığı gerçekler, tam da yanı başında, her gece yatağının öbür ucundaydı.

bizi de etkiliyor elbet. beni de.

bıktım.

“çok duyarsız davranıyorsun. hiç mi rahatsız etmiyor ülkenin hali?”

yeniden, yoğun bir öfke bastırıyor. elimdeki yarım sigarayı söndürüyorum, gözünün içine bakıyorum. “ne yapayım? sen ne yapıyorsun ki? çok duyarlısın ya, çok umurunda ya her şey. kıçını koltuktan ayırmadan haber okumanın ne yararı var ülkeye, insanlara?”

cevap yok. burnundan verdiği nefesi duyuyorum sadece.

 “hiçbirimiz süper kahraman değiliz.” oturarak sürdüremiyorum bu konuşmayı. uzuvlarımı alev sarıyor, sağ bacağımın olduğu yerde zıplamasını engelleyemiyorum. ayağa kalkıyorum hızlıca, ardından bir karartı kaplıyor görüşümü. demir hapımı almayı unuttum. b12’yi de.

durumun komikliğine gülüyorum. unutmamak için aldığım hapı unutmamayı unutuyorum. Unutkanlık ırsi olsa gerek. onlarca jenerasyon geriye dayanıyor, öyle ki tüm millet aynı dertten muzdarip.

“komik olan ne?”

odanın gerçekliğine dönüyorum. “boşver.”

“tek bildiğin o zaten. boşvermek.”

mutfağa yöneliyorum. keşke hiç bozmasaydım sessizliği diyorum içimden.

hep aynı hatayı yapmasaydım, sessizliği ve yalnızlığı ben’in bir parçası olarak kabul etseydim, kendime yenilmeseydim, muhtaç olmasaydım, geçmişte ve şimdi ve gelecekte, yıllar önce de sessizliği bozmasaydım, o gece kapısına gitmeseydim, ülkemi geride bırakabilseydim, en başından ne yapmak istediğimi ve önümdeki yolu görebilseydim. -seydim, -saydım. şartın hikayesi. benim hikayem.

“bir de kaçmak!” diye bağırıyor arkamdan.

hah.

tam kapının eşiğindeyim o bunu haykırırken. hemen yanımda bir sehpa var; nereye koyacağımızı bilmediğimiz bütün ıvır zıvırı, bilmem kaç senesinde tatil köyünden aldığımız şekilsiz bibloyu, sonrasında hiç görüşmediğim üniversite arkadaşımın nikah şekerini, annemin zorla aldırdığı bereket fillerini rastgele koymuşuz üstüne. elim en büyük file uzanıyor, tüm sinirimi kusarcasına salonun tam ortasına fırlatıyorum.

fil, “etnik” desenli halının üstünde paramparça olup can vermişken, onun yüzündeki karışık ifadeyi görüyorum. beklemiyordu. ama şaşırmadı.

“bereketini sikeyim.”

tek bir söz çıkmıyor ağzından.

mutfağa gidiyorum. haplarım ekmekliğin üstünde duruyor. gördüğüm ilk bardağı çeşmeye tutuyorum.

sular kesilmiş.

öylece bırakıyorum lavaboya, bardak da paramparça oluyor. haplarımı kuru kuru yutuyorum.

lavabodaki kırıkları toplamıyorum. salondaki kırıkları da toplamayacağım.

onun yanına geri dönüyorum. filin cesedine saygımdan, üstüne basmamak için koltuğun arkasından dolaşıyorum. odaya girdiğim andan itibaren gözünü benden ayırmıyor. dikiliyorum başına, bu kadar yakınındayken, çok daha net gördüğümü fark ediyorum.

gözlüğümü takmayı unutmuşum.

“hadi.” diyorum elimi uzatıp. “gel sevişelim. unuturuz öyle.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

1.1 #beşebeş

  mayıs 2025 - 1                                                Altıncı hissimin kuvvetli olduğuna hep inandım. Fakat bunu kime söyle...