“yolcu. nereye gidiyorsun.”
bilmiyorum bey baba. bilsem gitmezdim.
yol uzun. oldukça da kısa. dar ve de geniş. kimi zaman çakıllar takılıyor ayaklarıma, ayaklarım birbirine takılıyor, ayaklarım ayaklarına takılıyor, çamur dolu bir yol, bazı anlar bataklık; kenarlarda çiçekler –beyaz yahut sarı. tek bir ağaç yok görüşümde fakat her yerde kozalaklar var. binlerce, milyonlarca kozalak, benim arzuladığımsa sadece biri. tek tek bak kozalaklara. o kozalaklar geçmişi getirecek, önüne serecek; sen yeniden görene ve duyana ve isteyene dek gitmeyecek o kozalaklar.
niçin bu yolda, gözünü ileri mıhlamış yürüyorsun. o koyda ağ atan, olta atan balıkçılardan başka kimse yok. ben varım yalnızca. yalnız-ca. o yok, kozalak yok, ruhum kim bilir hangi alemde. bileklerimde sayfalarla yürüyorum. nereye gidiyorum ben bey baba, nereye yolcuyum.
birden bir tilki yanaştı yanıma. aptal, aptal tilki. ne isterler ki yolundaki tek yolcudan. kulağıma fısıldadı. gitme, dedi; gitmeden de varabilirsin. bir tilkiyi dinlemedim. yine adım attım, yine, yine, yine attım. onlarcası geldi. gitme, dediler; gitmeden de varabilirsin. koşarak çıktım aralarından, koşarak ilerlemeye devam ettim. aptal, aptal tilkiler dedim hep ve hep ve hep koşarak ilerledim.
yüzlercesi geldi tilkilerin.
“gitme. gitmeden de varabilirsin.”
biri çıktı bu sefer. güldü. kahkahalar atarak güldü suratıma. küfrettim, zeki tilki. gözlerimin içinde gülmeye devam etti, bağırarak güldü. saçmalık, dedi; o çoktan varmış bile.
balıkçı geldi. oltasını tutuşturdu elime. ruhuma baktı, bulamadı.
“vardığını öğrenirsen geri ver oltamı.”
öğrenemem ben,
öğrenemem.
kim söyledi öğrenmeye istekli olduğumu.
kim söyledi size,
kim.
istemiyorum
oltanızı, istemiyorum varmayı,
bırakın da yoluma gideyim. kozalak istiyorum yalnızca.
balıkçı güldü, tilkiler güldü, çiçekler güldü, ayağımın içindeki çakıllar güldü. ardından hava karardı.
korkarım ben karanlıktan.
deyince herkes kayboldu. karanlık olmasına rağmen rengarenkti her yer. başım döndü biraz, yüreğim çırpınmaya başladı, ellerim titriyor. çöktüm. yere çöktüm hiçliğin ortasında. yerde bir defter vardı, cebimden kalem çıkardım, okunmaz bir yazı. ne yazdığımı da bilememişim, ne yazdığını da – bir şey yazmamış.
korkuyorum,
korkuyorum.
çok korkuyorum.
çok korkuyorum, çok,
çok korkuyorum.
tut elimden, çok.
tutmaz kimse elinden. inanma bir zaman tuttuğuna. çok şeye inandın; çiçeklere inandın, kozalağa inandın, özürlere inandın, gözlere ve gülüşlere. güneşin ışığına inandın, teninde bıraktığı ılıklığa, sonra etraf karardı ve korktun. şu dakika yazdığın kalemi kırmamak için bir nedenin var mı. dayanacak ağaç bile yok görünürde.
yalnızsın. karanlık değil de yalnızlık mı. yüreğin yalnızlıktan mı bir kuş kanadı.
bakışımı kağıttan kaldırdığımda tanıdık bir yerdeyim. önümde bir kent uzanıyor. gecenin ışıkları. bir başka balkondan türkü sesleri. etrafımda izmaritler var, tanıdık olmayan yalnız onlar. buradan biri geçmiş. ben olmayan biri.
ne yaptın buraya.
ne hale getirdin.
“ben hiçbir şey yapmadım. o da. hatırlasana, hatırlasana, o da bir şey yapmamıştı. unutmuyorsun ki.”
en çok ne yapmayı dilerdin. şimdi. bu tanıdık balkonun, sonuna dek açık pencerelerinden aç kanatlarını. yapamazsın diye demedi kimse. merdivenleri takip et. uzakta, çok uzaklarda, bir yanıp bir sönen ışıkların olduğu köye git.
köyleri sevmem ben.
çocukken, kısa
otların arasındaki hayvan pisliklerine basmaktan korkardım.
köyler kötü kokar.
“sen iyi misin.”
ben hiç iyi olmadım.
iyi olsam sana
gelmezdim.
yalan söylemek
kötüdür.
daima yalan
söyledim.
kendime, sana, ona,
sayfalara, hep yalan söyledim.
doğruları ben bile
bilmiyorum artık.
doğrular acı vermez. yalanlar daha acıdır. lakin doğrular düşündürür, bilinci bulandırır, korku verir, uzun sürer. yalan dediğin saniyedir. saniye saniye takip eder birbirini, seni çok düşündürmez.
“düşünceler. en zehirlisi.”
fakat, ah, fakat
bazı zamanlar doğruya kayıyor zihnim.
o zeki tilki
gelince.
bazı bazı
düşünüyorum.
akıl zehirleniyor, beden zehirleniyor, ruh, ruh zaten hangi alemde. zehri atamayınca korktun işte. o an ele geçirdi benliğini. öldürmez ki. sen çoktan varmışsın.
bak şimdi sessizleşti evren. araba kapılarından başka ses kalmaz bu saate, yutulurlar, isteyerek yahut istemeyerek. yutmana izin verme, yutma sesini. sessizlikte daha çok duyulur sesin. herkes susarken bağırırsan sen, sensin. o vakit sıyrılırsın bu pislikten. o vakit dersin ki ben, benim, varım, vardım.
ben, benim, varım, vardım.
sona yaklaşıyoruz yavaş yavaş. yeniden yoldayım. her şey başa döndü, başa sarılmış bir film. sonlar başların aynası. aynı noktadayım yine. ayaklarımda çakıllar. çamurlu bir yol, balıkçılar değişmemiş, bir tek balık bile tutamamışlar. çiçekler aynı yerde – beyaz yahut sarı. binlerce, milyonlarca kozalak etrafta. hala bulamadım kozalağımı. lakin tilkiler görünmüyor. korkuyorum anlığına, tilkiler gözümün içinde, yalnızca sesleri çıkmıyor. ilerlemeye devam ediyorum, yolum uzun. oldıukça da kısa. aynı çemberlerden zincirler üzerinde yürüdüğümün farkında değilim henüz. güneş tenime değiyor, bir ılıklık sarıyor her yanımı. yeniden inanıyorum. olta veren balıkçıya el ediyorum geçerken, gözümün içine bakıyor. tanıyamadı beni. oltasını geri atıyor umursamadan, sonrasında savuruyor durgun denize. gözlerim bozuktur benim, deniz dalgalı mı bilemiyorum. ayağımda çakıllar, bileğimde sayfalar, cebimde kalem, her yerde kozalaklar. ileri gidiyorum.
bilmiyorum bey baba. bilsem gitmezdim.
“yolcu. nereye gidiyorsun.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder