29 Kasım 2020 Pazar

uzay-zamanda aynı nokta, bir çeşit kısır döngü

    arkasında bıraktığı yola baktı. çakıllarla, kozalaklarla, sarı çiçeklerle, plastik paketlerle, izmaritlerle, yırtılıp atılmış defter sayfalarıyla, kırık kalp parçalarıyla dolup taşan yola. yürümesi yüzyıllar sürmüştü sanki, oysa şimdi başlangıcı gözünün önündeydi. bir arpa boyu bile değil.

    uzun zamandır, ayak tabanları yere çivilenmiş şekilde, aynı noktada duruyordu. bir adım bile atamamıştı, üstelik olduğu yere büyük bir nefret besliyordu. bazen çiviler gevşer gibi olsa da ayağını kaldırmasına fırsat bırakmadan yine gömülüyordu, daha derine. sıcak güneşin altında delicesine üşüten bir hava, ilikleri donmuş, elleri terden yapış yapış. kalemi parmakları arasında tutamaz, her yerinde yaralar, her yeri acı.
     
    önünde uzanan yola çevirdi gözlerini bu kez. görüp algıladığı bir milim yok. uçsuz bir karanlık yalnızca, ışığın gölgesi yok. bir anda içi ürperir, korkup içine bakar.
     
    kalbi solmuş, ciğerleri ne ak ne kara, kaybolmuş. ruhunun gözleriyle buluştu birden. kıpkırmızı, irisleri küçücük kalmış ve sırılsıklam. "ben"lerini bulmaya çalışırken kendini kaybetmiş meğer. dışarıdan ayakta görünen bedeni içeride dizlerini kendine çekmiş, bir oraya bir buraya sallanıyor balon adamlar gibi.
     
    birden ağzını açtı, zifiri karanlık bir yaratık elini uzattı önce. sürüne sürüne dışarı çıktı, şekli şemali yok. uzun tırnaklarını yolcunun göz çukurlarına soktu. bağırıyor: kimsin.
 
kim olduğunu bilmeden, neyi yahut kimi istediğini bilebilir misin?
 
bağırıyor yaratık: kimsin. kimsin. bırak o izmariti, çekme şu dumanı, söyle. kimsin sen.
 
bilmiyorum.
kimsin.
  bilmiyorum.
   
    iyice batırıyor tırnaklarını. beyin kıvrımlarını karıştırıyor birbirine. ruh içeriden çığlıklar atıyor. yaratık, tabii ya, adı ank idi, bağırdı:
 
kimsin.
     
    yolcu yaralı elleriyle kalemi çıkardı cebinden, parmakları yanıyor. ank'ın kalbine o kalemi saplarken bir fısıltı:
 
benim işte.
kim olduğunu bilmeden, neyi yahut kimi istediğini bilemezsin.
     
    yaratık -ank- geri çekiliyor, tırnaklarını gözlerde bırakmış, bir damla kan akmıyor. kalemi söküp yolcunun cebine koyuyor gerisin geri.
 
kimsin. diyip dumana dönüşür, yolcunun ciğerlerine kaçar.
     
    ben aynı noktadayım. kabuslarımın, pişmanlıklarımın, treni kaçmış fırsatlarımın, geçmiş ve geçecek yıllarımın, aşklarımın, aşıklarımın, ölümlerimin, ölülerimin, yazdıklarımın ve yazılmışlarımın üstünde. ayak tabanlarım yere çivilenmiş duruyorum. ne ses var ne his. "ben"lerimi aramaktan mecal de yok. öylece duruyorum camdan bir kutunun içerisinde. tırnak batmış gözlerimden kan değil yaş akıyor, biriken suda boğulacağım az sonra. lakin yaşlar durmaz. su yükseldikçe üstünde dikildiğim her şeyi kendiyle birlikte yukarı çıkarıyor. burun deliklerimden içime çekiyorum kabuslarımı. ciğerlerimi yuva edinmiş ank afiyetle yiyor. gücünü toplayıp tekrar doğacak ağzımdan. bu döngü bitmez. aldığım her nefes onu besliyor zira.
     
    yolcu saçlarını çekiştiriyor boğulurken. suyun içinde çığlıkları duyuluyor. yavaş yavaş ruhunun da nefesi tükendi. bedeni cansızlaşırken parmak aralarından saç telleri sarkıyor.
     
    camı kırmak hiç aklına gelmedi.
    veya geldi, cesaret edemedi.
    veya etti, kollarını zincirlediler, bacaklarını.
    ne fark eder.
     
    gözümü açıyorum. aynı yerdeyim. cam kutunun içinde; kabuslarımın, pişmanlıklarımın, treni kaçmış fırsatlarımın, geçmiş ve geçecek yıllarımın, aşklarımın, aşıklarımın, ölümlerimin, ölülerimin, yazdıklarımın ve yazılmışlarımın üstünde. çiviler yerinde duruyor.
     
    yeni yaralar çıkmış vücudumda. ruhumun irisleri iyice küçülmüş. kızarmış.
    
    kusacak gibi oluyorum aniden. ank boğazımdan yukarı tırmanıyor. yeniden başlangıçtayım.    
    sar başa.
    bu döngü bitmez.
 
kim olduğunu bilmeden, neyi yahut kimi istediğini bilemezmişsin.
 
kimsin.

27 Ekim 2020 Salı

her şey bir illüzyon bu diyarda

 
gözlerini kapattığı vakit
kendini tanıdık bir yerde bulurdu.
dünya devrederdi sürekli

aynı hızda, aynı yörüngede;
cevaplar hep aynıydı.

            
bu diyar onların!
            sabahları uyanıp

            
geceleri başını yastığa gömenlerin diyarı!
göğe baksan hep aynı mavi,

yola düşsen hep aynı gri.
hep aynı caddede yürüyen

yalnızca biri ol, yüzlerce insanın içinde.
            her şey elbet geçer.

gözler sonsuza dek kapalı kalmaz lakin!
dikişler patladı mı bir gün,
tek damla yaş yahut tek bir bakışla;

açıldı mı, o vakit fena…
doymazsın,

doyuramazsın kendini:
            
memnuniyet bir rüya!

gözkapaklarının ardına kalır
tüm o aldatmalar.

gözbebeğine bir ışık yansır,
başka bir “sen”i görürsün,

işte o zaman…
gök mavi olmaz,

parçalanır yollar;
                
yaratma vaktidir hepsini baştan!
 

tam da o andaydı.
bulutlar altında bir gece yarısı,
dudakları aralandı.

            
masam hep dağınıktır benim,
            en az aklım kadar!

            boğuluyorum, boğuluyorum bu boşlukta.
bir çift göz vardı karşıda,

elini saran bir el,
kalbini saran bir kalp.

            bu sen değilsin
            ancak her kimse,

            yalnızca senin suçun

korkmuştu hep.
korkmuştu,
korkmuştu fırsatını yaratmaktan.

geçemezdi sınırları
-o sınırlar ki ezelden gelir-

fakat çizgiye basmıştı
bazı zamanlar.

ufku izlemişti
uzun uzun,

yalnızca bak...
            suçluyum.

            ben hiç cesur olmadım.
            belki,

                belki zamanıdır çizgiyi aşmanın!

öyle bir saniyeydi:
açıldı gözleri,
bir anda gördü.

attığı ilk adım,
oynadığı ilk oyun,

sürdüğü ilk bisiklet,
gördüğü ilk ölüm, sevdiği ilk ruh,

kırdığı ilk kalp.
doğumuyla başlamış bir film şeridi.

birden bir farkındalık belirdi
zihninin ortasında ve
kafatası çatladı acıdan:

                ben hiç yaşamadım!

26 Ekim 2020 Pazartesi

söz

sadece uzaktan cırcır böceklerini duyduğum bu gecede
kendimi,
hiç olmadığım kadar özgür ve özgün hissediyorum.

önümde uzanan yolların,
sahip olduğum potansiyelin olabildiğince farkındayım.
öyle ki bu farkındalık,
beni
ve diğer "ben"lerimi sonsuz kılıyor.

yüzümü seçemediğim karanlık aynaya bakarken
biliyorum:
istediğim kişi olabilirim.

kalbim attığı
ve ruhum bedenime bağlı kaldığı sürece
dünya
elime tutuşturulmuş bir defter;
kalem ise ellerim,
ayaklarım,
gözlerim,
kulaklarım,
ağzım, burnum
ve zihnim.

duyularımın sınırsızlığı kadar sınırsızım bu gece.
ömrümün kalan tüm geceleri
ve gündüzleri.
serin akşamüstlerinde arzularımla var oluyorum.
ve olacağım.
söz veriyorum tüm benliklerime:
                    sizleri yaşatacağım.


mavi


ses çok boğuk. içerideki korkunç gürültü, tuvaletin; alt yarısı parçalanmış, her milimi ahlaktan ve acımadan yoksun harflerle doldurulmuş, neredeyse kartondan yapılma kapısı sayesinde belli bir uzaklık -sanki başka bir gerçekliktenmiş gibi- kazandı. tam da istedikleri gibi. onlarca bedenin anlamsızca birbirine sürtündüğü, göründüğü gibi hisseden insanların görüldüğü, hissettiği gibi görünen insanların başlarından aşağı litrelerce içkinin boşaltıldığı, şeytanın dansından ayrı.

üzerindeki kir yüzünden artık işlev görmeyen aynaya bakıyorlar. mavi saçlarından aşağı damla damla bira düşüyor, ince uzun ve kalın köşeli yüzlerinden ivmelenerek aşağı kayıyor, en sonunda olgun memelerinin ve hafif kıllı göğsünün terli tenine değip yavaşça mavi tişörtlerini ıslatıyor. bunun dışında oldukça normal görünüyorlar. göründükleri gibi. içlerindeki devasa sıkıntı yüzlerine kesinlikle vurmuyor. aynadakiler, dans pistinde birbirine sürtünen bedenlerden ikisiydi; dans pistinden nefret ederler ve asla oraya çıkmadılar.

ölümcül bir can sıkıntısı. ikisi de ona yakalanmıştı. koskocaman, rahatsız edici, kafa karıştırıcı; insanın hareketini sınırlayan ama yine de hareket etmesi için zorlayan, hareket edemediğinde büyüklüğünü katlayan bir sıkıntı. asla çözümlenemeyen bir ruh hali. çaresi bulunamayan. peşlerini bırakmayan buydu. önünde uzun ve yapılı bir adamın dikildiği kapıdan girerken de, odanın köşesinde içtikleri votkanın etkisiyle kendi kendilerine dans ederken de, kafalarından aşağı yarım fıçı bira ziyan edilirken de tek bir şey hissetmemelerinin, tek bir şey düşünmemelerinin nedeni. o büyük sıkıntı. içlerini ve dışlarını sarmaşık gibi saran, gözlerini kapatan, ciğerlerini kıstıran, ayaklarına zincir vurup yaralı tabanlarını tuza basan. her şey ve hiçbir şey. çıkışı yok.

“çıkışı gösterebilirim.”

saniyelik devirle yanıp sönen loş ışığın altında, hiç de tanıdık olmayan bir yüz beliriyor. oldukça asimetrik, girintili çıkıntılı, yağlı, düzensiz kıllarla kaplı bir surat. çukurlarından dışarı fırlamış. damarlanmış göz. diğeri mosmor ve masmavi arasında, ışıktan olsa gerek.

“çıkışınızı verebilirim.” diyor. ifadesinde sıkıcı olmayan bir şeyler var. öylece yüze bakıyorlar, kendi yüzlerinin önüne düşen saçlarından bira damlıyor hala.

“sana diyorum. adın ne?” yine konuşuyor çirkin suratlı. kendilerini tek bir kelime söylemeye teşvik edebiliyorlar.

“mavi.”

patlak göz elini cebinden çıkarıyor. elinin cebinde olduğunu fark etmemişlerdi bile. diğer bir aynadaki elde iki tane daire var, mavi. dairesel, milimlik derinliği olan, küçücük dünyalar.

“çabuk.” kelimesi çıkıyor çirkin gözün çirkin ağzından. “çabuk. çabuk!”

telaş, onların aşina olduğu en son olgu. aynı şekilde düşünmek de. yavaşça, ikisi de, birer dünya alıyor çatlak elden. kendi çatlak dudaklarının arasından küçük dünyalar geçiriyorlar. diğer yüz geldiği gibi aniden gidiyor, yarım kapıyı arkasından sıkıca kapatıyor.

sonrası mavi, mavileşmiş, mavileşmekte olan ve olanların yarattığı mavilik.

sanki bir an. müzik yükseliyor mu. evet, kesinlikle yükseliyor. her bir vuruş. bas. yer titriyor. ayna karşıda. aynada iki kişi var. mavi. masmavi. saçlar ve gözler ve tişörtler. sıkıntı nerde. ölümcül, devasa sıkıntı. yok. sıkıntı nehre düştü. nehir dağa döküldü. dağda mavi bir dev varmış. dev dağı sırtına almış. ağır gelince bırakmış dağı dağ paramparça. sıkıntı nerde, yok. yok! mavi bir çıkış tabelası var tuvalette. parlıyor, sönüyor, parlıyor, sönüyor, sönük, sönük, bir daha parlıyor, yine sönüyor. ayna nerde. karşıda. aynada tek kişi var, ikisi de değil. mavi saç. kısa. dağınık kıllar suratında. olgun meme.ler. mavi tişört. bira lekesi. lekeleri. aynada mavi var. Mavi. adı mavi. aynada kimse yok; bir kişi var, ikisi de olmayan; şimdi ikisi birden var. ayna tertemiz. parlak. pasparlak. mavi çıkış tabelası gibi. aynada ikisinden biri. var. kız. şimdi erkek var. hayır kız. erkek. bir kız var aynada, saniye sonra erkek var. mavi. Mavi. tuvalette. ışık yanıyor. sönüyor. yanıyor. sönüyor. sıkıntı yok. sıkıntı gitti. devasa ölümcül can sıkıntısı. bu yeni. mavi. dairesel. milim derinlik.te. dünya. yeni dünya. aynadaki kız. erkek. kız. erkek. kız. erkek. ikisi de olmayan. yerde mermer. kirli. çamur. mermerin üstünde ayakkabı. bir çift. iki çift, bir topuklu çift bir spor çift. bir çift, teki topuklu teki spor. iki çift. tek çift. iki çift. tek. topuk kırıldı. mavi topuk kırıldı. aynadaki düşüyor. düştü. kız mavi düştü. erkek mavi düştü. ikisi de olmayan mavi düştü. tavanda lamba. yanıyor. sönüyor. yanıyor. sönüyor. sönük. sönük. yanıyor. mavi yerde. maviler yerde. mavi. mavi. mavi. mavi. mav. ma. m.

dudaklar mavi. masmavi.

nana

 I

herhalde yaşım altıydı.

apartmanın etrafını saran

u şeklindeki bahçeyle sınırlıydı oyun alanım.

arkadaşlarım sokaktaki camiye giderken

su içmek için;

bir gözümle geçen arabaları izlerdim ben.

siyah demirden korkulukların arkasında 

tek başıma ip atlarken

diğer gözüm camide olurdu.

 

bir gün 

bir oyuncak bebek tutuşturdu elime,

kimdi hatırlamam.

çok güzel bir bebekti,

benim hiç olmadığım kadar.

- nana'm!

saçları

sarı, kalın iplerden örülüydü.

pembe tokaları,

pembe de bir elbisesi vardı.

sanıyorum ki ayakkabıları da pembeydi, 

lakin gözlerinin rengini 

getiremiyorum gözlerimin önüne.

 

çok sevdim nana'yı.

ilk görüşte aşktı belki de,

aşık olmuştum kırmızı yanaklarına.

o zamanlar aşkı yalnızca 

küçük ekranlı televizyonumuzda görürdüm.

bir kadın ve bir erkek öpüşürdü 

sürekli karıncalanan ekranda.

- kapat gözünü!

derdi babam, biraz da şakayla.

- ayıp!

derken ciddi olduğunu bilirdim.

öyle ya, söz de vermiştim babama:

evlenmeyecektim,

hep onun yanında kalacaktım.

küçük bir kızdım ben.

- erkeklerden nefret ediyorum!

derdim.

babam da gülerdi.

bilmezdi:

sonradan odama gider,

barbie bebeklerimi üst üste koyar,

üstlerine de küçük bir yorgan örterdim.

çünkü televizyonda böyle sevişirlerdi.

 

II

 

nana'ya dönelim.

dedim ya, çok sevdim nana'yı.

annem ve babam işteyken 

anneannem kız kardeşime bakarken

nana'yla yalnız kalırdık odamda.

kitaplarımdan birini açıp 

nana'ya masallar uydururdum.

şarkılar söylerdim,

bacağımda sallayarak uyuturdum.

ki ben,

tek başıma oyun oynamayı sevmezdim.

fakat nana biraz utangaçtı

ve her şeye değerdi.

 

senelerce nana'ya sarıldım uyurken.

öyle derin uyurdum ki onunla,

yanı başımda mosmor kesilen

öz kardeşimin ağlamasına uyanmazdım.

zaman geçti,

kardeşim koşmaya başladı evin içinde.

ben de ilkokula.

yatağımda oturur,

beni beklerdi nana.

- nana'm!

 

herhalde yaşım ondu. 

sayfalarca ödev yaptıktan sonra

oturur nana'yla oynardım.

okulda saçımı çeken çocuğu anlatırdım ona

ya da o çocuğun bana verdiği,

ayağımla ezdiğim kırmızı gülü.

kibar bir kız değildim.

- olmamalıyım zaten!

derdim nana'ya.

- beni ciddiye almalılar!

zira mavi boncuk dağıtmak kötü bir şeydi,

bir akrabamız söylemişti.

 

III

 

bir gün 

kavga ederken, kardeşim 

bacağını kopardı nana'nın.

- nana'm!

tattığım ilk acıydı kanımca,

saatlerce ağladım.

öyle bir acıydı ki

kim bilir, belki hâlâ ağlıyorum.

annem dikti elbet sonra yerine

fakat anlamıştım:

kalp kırılınca dikmenin bir yolu yoktu.

nana, eski nana değildi.

 

bir daha oynamadım nana'yla. 

dedim ya, benim nana'm değildi artık.

aylar sonra ortadan kayboldu.

- nana'm!

küsmüştü bana,

darılmıştı,

dayanamayıp kaçmıştı benden. 

demek nana da korkaktı

biraz benim gibi

ve en büyük korkusu başına gelmişti.

bacağının kopması bile

benim onu sevmemem kadar acıtmamıştı 

elyaftan kalbini.

 

bir daha görmedim nana'yı.

görürsem eğer,

on yaşındaki o küçük kıza 

cesur olmayı öğretemediği için 

yüzüne tüküreceğim.

1.1 #beşebeş

  mayıs 2025 - 1                                                Altıncı hissimin kuvvetli olduğuna hep inandım. Fakat bunu kime söyle...