arkasında bıraktığı yola baktı. çakıllarla, kozalaklarla, sarı çiçeklerle, plastik paketlerle, izmaritlerle, yırtılıp atılmış defter sayfalarıyla, kırık kalp parçalarıyla dolup taşan yola. yürümesi yüzyıllar sürmüştü sanki, oysa şimdi başlangıcı gözünün önündeydi. bir arpa boyu bile değil.
uzun zamandır, ayak tabanları yere çivilenmiş şekilde, aynı noktada duruyordu. bir adım bile atamamıştı, üstelik olduğu yere büyük bir nefret besliyordu. bazen çiviler gevşer gibi olsa da ayağını kaldırmasına fırsat bırakmadan yine gömülüyordu, daha derine. sıcak güneşin altında delicesine üşüten bir hava, ilikleri donmuş, elleri terden yapış yapış. kalemi parmakları arasında tutamaz, her yerinde yaralar, her yeri acı. önünde uzanan yola çevirdi gözlerini bu kez. görüp algıladığı bir milim yok. uçsuz bir karanlık yalnızca, ışığın gölgesi yok. bir anda içi ürperir, korkup içine bakar.
kalbi solmuş, ciğerleri ne ak ne kara, kaybolmuş. ruhunun gözleriyle buluştu birden. kıpkırmızı, irisleri küçücük kalmış ve sırılsıklam. "ben"lerini bulmaya çalışırken kendini kaybetmiş meğer. dışarıdan ayakta görünen bedeni içeride dizlerini kendine çekmiş, bir oraya bir buraya sallanıyor balon adamlar gibi.
birden ağzını açtı, zifiri karanlık bir yaratık elini uzattı önce. sürüne sürüne dışarı çıktı, şekli şemali yok. uzun tırnaklarını yolcunun göz çukurlarına soktu. bağırıyor: kimsin.
kim olduğunu bilmeden, neyi yahut kimi istediğini bilebilir misin?
bağırıyor yaratık: kimsin. kimsin. bırak o izmariti, çekme şu dumanı, söyle. kimsin sen.
bilmiyorum.
kimsin.
bilmiyorum.
iyice batırıyor tırnaklarını. beyin kıvrımlarını karıştırıyor birbirine. ruh içeriden çığlıklar atıyor. yaratık, tabii ya, adı ank idi, bağırdı:
kimsin.
yolcu yaralı elleriyle kalemi çıkardı cebinden, parmakları yanıyor. ank'ın kalbine o kalemi saplarken bir fısıltı:
benim işte.
kim olduğunu bilmeden, neyi yahut kimi istediğini bilemezsin.
yaratık -ank- geri çekiliyor, tırnaklarını gözlerde bırakmış, bir damla kan akmıyor. kalemi söküp yolcunun cebine koyuyor gerisin geri.
kimsin. diyip dumana dönüşür, yolcunun ciğerlerine kaçar.
ben aynı noktadayım. kabuslarımın, pişmanlıklarımın, treni kaçmış fırsatlarımın, geçmiş ve geçecek yıllarımın, aşklarımın, aşıklarımın, ölümlerimin, ölülerimin, yazdıklarımın ve yazılmışlarımın üstünde. ayak tabanlarım yere çivilenmiş duruyorum. ne ses var ne his. "ben"lerimi aramaktan mecal de yok. öylece duruyorum camdan bir kutunun içerisinde. tırnak batmış gözlerimden kan değil yaş akıyor, biriken suda boğulacağım az sonra. lakin yaşlar durmaz. su yükseldikçe üstünde dikildiğim her şeyi kendiyle birlikte yukarı çıkarıyor. burun deliklerimden içime çekiyorum kabuslarımı. ciğerlerimi yuva edinmiş ank afiyetle yiyor. gücünü toplayıp tekrar doğacak ağzımdan. bu döngü bitmez. aldığım her nefes onu besliyor zira.
yolcu saçlarını çekiştiriyor boğulurken. suyun içinde çığlıkları duyuluyor. yavaş yavaş ruhunun da nefesi tükendi. bedeni cansızlaşırken parmak aralarından saç telleri sarkıyor.
camı kırmak hiç aklına gelmedi.
veya geldi, cesaret edemedi.
veya etti, kollarını zincirlediler, bacaklarını.
ne fark eder.
veya geldi, cesaret edemedi.
veya etti, kollarını zincirlediler, bacaklarını.
ne fark eder.
gözümü açıyorum. aynı yerdeyim. cam kutunun içinde; kabuslarımın, pişmanlıklarımın, treni kaçmış fırsatlarımın, geçmiş ve geçecek yıllarımın, aşklarımın, aşıklarımın, ölümlerimin, ölülerimin, yazdıklarımın ve yazılmışlarımın üstünde. çiviler yerinde duruyor.
yeni yaralar çıkmış vücudumda. ruhumun irisleri iyice küçülmüş. kızarmış.
kusacak gibi oluyorum aniden. ank boğazımdan yukarı tırmanıyor. yeniden başlangıçtayım.
sar başa.
bu döngü bitmez.
bu döngü bitmez.
kim olduğunu bilmeden, neyi yahut kimi istediğini bilemezmişsin.
kimsin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder